UÇANKUŞ İHBAR HATTI: Whatsapp Telefon: 0 532 472 88 88 E-Posta: haber@ucankus.net Haber Merkezi: 0212 283 54 54

"PARA DEĞİL, ÜNLÜ RESSAMLARIN TABLOLARI HEDİYE EDİLECEK!.."

TV yazarları bugünkü köşelerinde yine oldukça önemli ve dikkat çeken konulara değinmişler. İşte sizin için derlediğimiz yazılar…

"PARA DEĞİL, ÜNLÜ RESSAMLARIN TABLOLARI HEDİYE EDİLECEK!.."

ALİ EYÜBOĞLU-MİLLİYET

ANTALYA’YA alterNATİF ULUSAL FİLM YARIŞMASI

Sinemanın meslek örgütleriyle 54. Uluslararası Antalya Film Festivali’ni düzenleyen Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel arasındaki krizin ardından 1 Ekim’de “Meslek örgütleri film festivali yapsın” diye yazmıştım. Ben, ciddi bir yarışmayı kastetmiştim, ama “Sivas” filminin yönetmeni Kaan Müjdeci, sinema meslek örgütlerinin de desteğiyle Antalya ile aynı tarihlerde İstanbul’da “muziplik olsun” diye bir festival düzenledi.

Müjdeci, Antalya’nın Uluslararası Film Yarışması’nın içine aldığı “Ulusal Film Yarışması”nın aynısını yapacak. Kadir İnanır, Sevin Okyay, Hülya Uçansu, Sarkis, Tayfun Pirselimoğlu ve Nihal Yalçın jüri üyesi olacak.

Davetlilerin kırmızı halıdan yürüyüp, katılacağı ödül töreninde dereceye girenlere para değil ünlü ressamların tabloları hediye edilecek.

Müjdeci’nin Antalya Film Festivali’ni aynen taklit ederek düzenlediği yarışmanın devamı gelir mi? Yeşilçam ve Beyoğlu Film Ödülleri’nin devamını getiremeyen sinemacıların bunu başaracağını sanmam.

O nedenle “Antalya Ulusal Film Festivali”ne alternatif olarak düzenlenen bu etkinliğin devamı zor. Ancak Antalya’ya alternatif bu “Ulusal Film Yarışması”nın 54. Uluslararası Antalya Film Festivali’nden rol çalacağı ve renkli bir eylem olacağı kesin. 

ALAÇATI’DA SEZON  UZATAN FESTİVAL! 

Turizmin birçok gözde merkezi gibi Alaçatı’da da yaz sezonu bitti... Tatilciler gitti, Alaçatı’da yazlığı olanlar da evlerini kapatıp kışlıklarına döndü... Ancak Uzunetap’ın bu yıl ilkini düzenlediği The Bloom Out sayesinde hafta sonu Alaçatı bayağı hareketliydi...

Alaçatı The Bloom Out, her yaş grubundan insana açık, 15 disiplinden oluşan bir outdoor festivali... Açık hava sporlarına meraklı insanların kişi başı 150 lira ödeyerek katıldıkları The Bloom Out’un yarışmalarında ödül yok... Maksat spor olsun!

Yüzme, koşu, dalış, windsurf, duatlon, bisiklet, yoga, freeathlon, diving, cycling gibi dallarda insanların yarıştığı festivalin ilkine 750 kişi katıldı. Gündüz 15 branşta hünerlerini sergileyen sporseverler, gece de Ceza ve Mercan Dede sayesinde müziğe doydu.

Alaçatı The Bloom Out’un en renkli etkinliklerinden biri çocuklar arasındaki koşu ve yarışmalardı. Hepsin de renkli görüntülere sahne oldu. 5 bin metrelik koşunun en renkli simaları ise 4.5 yaşındaki oğulları Bora’yı çocuk arabasına koyup yarışan Gonca  Mehmet Ünal çiftiydi.

Kültür Sanat Etkinlik A.Ş. ile Uzunetap’ın CEO’su Koray Bilici, “Türkiye’nin ilk ve en büyük outdoor festivali için bu tarihi özellikle seçtik. Çünkü amacımız Alaçatı’da bir hafta bile olsa sezonu uzatmaktı. İlk festivalde bunu başardık” dedi.  

GÜNÜN SÖZÜ

Aşk; herkesi o ’  na benzetip, kimseyi o ’  nun yerine koyamamaktır. (Can Yücel)

 

SİNA KOLOĞLU-MİLLİYET

ŞİRKET YÖNETMEYİ DİZİLERDEN ÖĞRENELİM!

Fransa’da özel bir kuruluşun yönetici yetiştiren okulundaki eğitmenleri ve yöneticileri, bir araya gelerek ‘Profesyonel iş hayatıyla ilgili dizilerden neler öğrenebiliriz?’ üzerine bir Kitap yazmışlar. Kitabın adı, ‘Mac Gyver’den ‘Mad Man’e diziler bize yöneticilikte yol göstermeye başladığında’ (De MacGyver a Mad Men, Quand les series TV nous enseignent le management.)

‘Sopranolar’ ve inkar etme kültürü

‘Sopranolar’ incelenen dizilerden biri. “Hepsi birbirinin ayağını kaydırmak üzerine kurulu bir sistemde işlerini yapıyor.

Paranın aklanmasında bu kayda değer bir gereklilik oluyor. Aşağıdan yukarı inkar etme kültürü yerleşmiş.” Özetle söylenen bu. Çok ses getiren ‘Genç Papa’ dizisi (The Young Pope) yöneticilik adına nasıl mesajlar veriyor? ‘İşletmeci papa’ kısa yorum.

‘Yanında ve karşısında olanları ayırt edebiliyor.’ ‘Başkalarına ganimet vermeme adına bilgiyi yönetebiliyor.’ ‘Borgen’ dizisi var. ‘Siyaset, yöneticilerin reflekslerinde yardımcı olabilir’ diye düşünülerek incelenmiş. ‘Dizinin özel hayatla iş hayatı ayrımı yalan’ vurgusu yaptığı belirtiliyor. Aslolan, hem kendini hem de karşısındakini yönetebilmektir.

Bizde dizi yöneticileri nasıl?

Sektörün duayen senaristlerin  Ahmet Yurdakul, senaryolarında  “Meslek-karakter ilişkisini becerebildiğim ölçüde önemseyen bir yazar olmaya çalıştım” diyor ve örnek veriyor: “’Sıcak Saatler’de Mehmet Aslantuğ (Sedat Yalçın) haberciydi. Ali Kırca, Savaş Ay, Tayfun  Talipoğlu ve Coşkun Aral, gerçek kimlikleriyle yer yer bu dizinin konuk oyuncuları olurdu. Doğal olarak da kimse mesleki gerçeklik açısından projenin bu yönündeki gerçekliğini sorgulamazdı.”

‘Kiralık aşk’ın iş konusu sevildi

‘Kiralık Aşk‘, iş yaşamına dair sahneleri dikkat çeken dizilerden oldu. Senaristi

Meriç Acemi, “Seyirciyi sıkacağına dair bir genel kanı var. Çalışan hakkı, yaratıcılığa değer verme, iyi olan kazansın çalışan kazansın konularının üzerine çok gittim.

Seyirci ilgilendiği için, dizide genel bir pozitif duygu yarattı” dedi.

İzleyici, meşgul insan istiyor!

Türkiye’de bazı üniversitelerde yapılan araştırmalardan da söz etti Acemi: “Seyirci iş olaylarını ciddiye alıyor, ailesel drama kadar iş problemleriyle de ilgileniyor. Dahası, meşgul ve önemli insanlar bizim seyircimize hitap ediyor. Orada olmak, o iş yerinde çalışmak, bir şeylere müdahale edebilmek gibi fantaziler kurduruyor.”

 

MEVLÜT TEZEL-SABAH

Bir köle stajyer hikayesi

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi Ayşe Gülen, dört ay önce stajyer olarak çalışmaya başladığı Küsurat Yayınları'nın sahibi senarist Burak Aksak tarafından fiziksel şiddete ve hakaretlere maruz kaldığı iddialarını İleri Haber'den Tuğba Özer'e anlattı.

Ayşe'nin iddiasına göre; Ayşe üç editörle birlikte bir kitap hazırlamaya başlamış. Onu 'Ayşe editör gibi çalışıyor, ona stajyer diyemeyiz' diyerek onore etmişler ve büyük sorumluluk vermişler. Lakin kitap yetişmeyince mobing devreye girmiş. Ayşe ve arkadaşları istifa emişler ama emeklerinin karşılığı olarak kitabın künyesinde adlarının yazılmasını isteyince, Burak Aksak ofise gelmiş ve elindekileri masaya fırlatmış. 'Sizin derdiniz ne künyeyle?' diye sormuş.

Hakaretler etmiş, Ayşe'yi darp ederek dışarı atmış vs.

EMEK SÖMÜRÜSÜ

Ayşe 500 lira maaşla dört aydır sigortasız çalıştırıldığını, maliyeden teftişe geldiklerinde de kendisini başka bir odada sakladıklarını söylüyor.

Ayşe, tüm bu yaşadıklarından sonra savcılığa suç duyurusunda bulunacağını da belirtmiş.

Burak Aksak ise bir tartışmanın yaşandığını ama Ayşe'ye karşı küfür ya da şiddete başvurmadığını söylüyor. Ve şu bilgiyi paylaşıyor: "Bahsi geçen kişiye, tam zamanlı çalışanımız olması teklif edilmiş ve sigortasının yapılması gerektiği söylenmiş ancak kendisi başka birinin daha yanında çalıştığını, ardından da okulunun başlaması sebebiyle her gün ofise gelemeyeceğini açıkladı.

Dolayısıyla yollarımızı ayırma kararı almamız kaçınılmaz olmuştur." Şimdi kime inanmalı?

Kadının beyanı esastır ama Burak 'çamur at izi kalsın' zihniyetinin bir kurbanı da olabilir. Öte yandan bir tarafta 500 lira maaşla, sigortasız çalıştırıldığını, hakkını arayınca darp edildiğini, hakarete maruz kaldığını söyleyen bir öğrenci var! Daha da kötüsü öğrencinin saldırıya uğradığı kitap evi de kadın haklarına duyarlı kitaplar basıyor.

Ne yazık ki, stajyerlerin sigortasız çalıştırıp köle muamele görmesi bir Türkiye geleneği. Gerçi kanunlar değişti; işverenler stajyer de çalıştırsa sigorta yapmak zorunda. Buna rağmen Ayşe sigortasız çalıştırıldıysa büyük ayıp.

Burak Aksak'ın, 'Leyla ile Mecnun' gibi fenomen bir dizinin senaryosunu yazdığı için toplumda belli bir kredisi var.

Eğer iddialar doğruysa böyle güzel işlere imza atan biri işini büyütürken durum emek sömürüsüne nasıl evrilir, nasıl öğrenci bir kıza hakaretlerde bulunur, darp eder? İşte asıl bu soruya yanıt aramalıyız! Belki de Burak da gençken köle stajyer olarak çalıştırıldı ve emeği sömürüldü.

Ne yazık ki, insanoğlunun vakti zamanında çektiği acıları ve zorlukları, gücü elde edince başkalarına uygulamak gibi kötü bir huyu var.

Tacizciyle taciz edilen aynı karede

Birçok kadın gibi sokakta sözlü ya da fiziksel tacize maruz kalan Noa Jansman'ya göre, çoğu kimse bu sorunun farkında değil.

Amsterdam'da yaşayan 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Noa, taciz sorununun boyutlarını 'fiziki olarak yansıtmak amacıyla' Instagram'da Dearcatcaller adıyla bir hesap açtı. Noa, kendisine laf atanlara birlikte fotoğraf çektirmeyi teklif ediyor. Sonra da bu fotoğrafları Instagram'da paylaşıyor.

Noa Jansman, tacizcileri ile fotoğraf çektirme konusunda önceleri tereddüt yaşamış.

Ancak kendisine laf atan bir kişinin önerisine hevesle karşılık vermesi onu rahatlatmış.

Noa'ya göre, tacizcilerinin hemen hemen hepsi birlikte fotoğraf çektirme önerisine olumlu yanıt vermiş.

Noa, fotoğrafları paylaşırken açıklama kısmına erkeklerin laf atarken söylediği uygunsuz şeyleri yazıyor. Örneğin 'Bebeğim!

Bebeğim!' diyen de var, 'Ben sana yapacağımı bilirdim' diyen de.

Laf atan erkeklerin fotoğraf çektirmeye istekli olmasının sebebi ise, davranışlarının aslında uygun olduğunu zannetmeleri.

İşte can alıcı nokta burası. Bu zihniyetin Avrupa'da nefes alıyor olması da düşündürücü, dünyanın geri kalanını siz düşünün.

Kadınların işi gerçekten zor.

Diğer yandan Noa'nın yaptığı yaratıcı, büyük bir sanatsal eylem aslında. Laf atan kişiyle tacize uğrayan kızın aynı selfie'de yer alması müthiş yaratıcı, cesaret isteyen bir eylem. Bu arada Noa, Instagram hesabını başka kadınlara vererek onların da kendilerini rahatsız eden insanlar yüzünden yaşadıkları tecrübeleri paylaşmalarını istiyor. Haydi kızlar ne duruyorsunuz!

Türk halkı bunu hak etmiyor

70 milyonluk Türkiye, 336 bin nüfuslu İzlanda'ya yenilerek bir kez daha Dünya Kupası'na gidemedi. Onca devlet desteğine ve sınırsız genç nüfus kaynağına rağmen başarı gelmiyor. Sporda başarı bir ulusu kenetler, milyonlarca insanı mutlu eder, ekonomiye müthiş pozitif katkıda bulunur. Avrupa'da en fazla mesaiye kalan, en çok çalışan, darbelere tankların altına yatarak meydan okuyan Türk halkı, mutlu olmayı hak ediyor ama futbolu kılcal damarlarına kadar ele geçiren büyük bir çete var.

Bu çetenin tek derdi; kendi kesesini doldurmak. Bu çete bazen siyaseti de kendi emellerine alet ediyor. Kulüplerin yönetim şekli acilen değişmeli, seçilen yönetimler zarardan sorumlu olmalı. Ve en önemlisi altyapı temelden değişmeli.

Doğruyu bulmak için çok uzağa gitmeye gerek yok. Fatih Terim ve Lucescu'ya ödenecek tazminatlarla İzlanda'nın altyapısından sorumlu beyin kadroyu, Türkiye'ye transfer etmek bile mümkün. Yeter ki doğru-dürüst insanların önünü açalım, onlara destek olalım. Ve en önemlisi çocuklarımıza fırsat tanıyalım.

 

Son Güncelleme: 3.05.2020 15:14:13
ETİKETLERKÖŞE YAZARLARI