UÇANKUŞ İHBAR HATTI: Whatsapp Telefon: 0 532 472 88 88 E-Posta: haber@ucankus.net Haber Merkezi: 0212 283 54 54

TV YAZARLARINDAN SEÇMELER! MEVLÜT TEZEL, ÇAĞDAŞ ERTUNA, CEM CEMİNAY, YÜKSEL AYTUĞ VE SİNA KOLOĞLU BUGÜN HANGİ KONULARI YORUMLADI?..

TV YAZARLARINDAN SEÇMELER! MEVLÜT TEZEL, ÇAĞDAŞ ERTUNA, CEM CEMİNAY, YÜKSEL AYTUĞ VE SİNA KOLOĞLU BUGÜN HANGİ KONULARI YORUMLADI?..

TV YAZARLARINDAN SEÇMELER! MEVLÜT TEZEL, ÇAĞDAŞ ERTUNA, CEM CEMİNAY, YÜKSEL AYTUĞ VE SİNA KOLOĞLU BUGÜN HANGİ KONULARI YORUMLADI?..

YÜKSEL AYTUĞ – SABAH

SİZ O 2 BİN KÜSUR KİŞİ…

 

Aslında ekranda neyi izleyip neyi izlemeyeceğimize kanal yöneticileri, yapımcılar, reklam verenler değil; 2 bin küsur 'sıradan' kişi karar veriyor. Onlar reyting ölçüm sisteminin seçilmiş denekleri. Evlerinde 'peoplemeter' denilen ölçüm cihazları var. Ailenin her üyesi, o uzaktan kumandaya benzer alette bir tuş olarak temsil ediliyor. Ekran başına geçtiklerinde o tuşa basıyorlar. Sisteme gönderilen sinyal o sırada o evdeki deneklerin neyi, ne kadar, ne zaman izlediklerini belirliyor. Sonra Türkiye'nin dört bir yanından gelen o sonuçlar birleştirilip reyting verisine dönüştürülerek, her sabah saat 10.00'da kamuoyu ile paylaşılıyor. Reklam veren de o verilere bakarak hangi yapıma reklam verip hangisine vermeyeceğini kararlaştırıyor.

Reklam ve sponsor bulan, ekran yaşamını sürdürüyor, bulamayan çöpe gidiyor.

Aslında seçilmiş o 2 bin küsur kişi, sadece bu ülkenin televizyon tercihlerine yön vermiyor; kültürünü, sanatını, yaşam felsefesini, hayata dair talep ve beklentilerini, ekonomik açıdan neyin üretilip nereye yatırım yapılacağını da biçimlendiriyor. Yani zannettiklerinden çok daha büyük bir sorumlulukları var. Var da, acaba bunun farkındalar mı; işte orası biraz meçhul.

Şimdi sözüm o 2 bin küsur kişiye... Nasıl seçildiğinizi, neye göre kategorize edildiğinizi kesin hatlarıyla bilmiyorum. İnşallah istatistik biliminin temel kuramlarına göre seçilmiş, Türkiye'nin tamamını ifade eden bir 'panel' olarak konumlandırılmışsınızdır. Dedim ya; sorumluluğunuz çok büyük. Aynı zamanda 5 milyar dolarlık bir reklam pastasının bölüşümünde, bıçağı elinde tutan da sizsiniz. Öyleyse 'görevinizi' büyük bir ciddiyet ve sorumluluk bilinci içinde yapmak boynunuzun borcu. Örneğin, mutfağa su içmeye gittiğinizde kumanda aletinizde 'çıkış' yapıp ekranın önüne yeniden döndüğünüzde 'giriş' yapacaksınız. Sabah kumandanızı 'açık unutup' gece yatarken kapatmayacaksınız. Olur ya, birileri sizi kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmaya kalkabilir. Tercihlerinizi hiçbir telkine, dayatmaya ya da vaade kapılmadan tamamen 'kişisel beğeninize göre' yapmalısınız. (Unutmayın, bu ülkede reyting ölçüm sistemi tam üç kez benzer iddialar nedeniyle sekteye uğramıştı. Elinde hediyelik tencere tavalarla deneklerin kapısına dayanıp 'Bizim programı izlerseniz, bunlar sizin' diyen yapımcılar, sunucular olduğu iddia edilmişti.)

Siz... O 2 bin küsur kişi... Hayatımız, parmaklarınızın ucunda... Bilesiniz...

 

MEVLÜT TEZEL – SABAH

ÇİKOLATANIN YERLİ TARİHİ

 

İZ TV, son dönemde gastronomi alanında çok özel belgesellere imza atıyor. Onlardan biri olan 'Tadı Hep Damakta: Çikolata'yı izledim geçenlerde... Belgesel; çikolatanın evrensel tarihinin yanı sıra Osmanlı Sarayı'nın çikolata alışkanlıklarından günümüze kadar çikolatanın yerli tarihine de tanıklarıyla ışık tutuyor.

 

SON RÖPORTAJ

Fotoğraflar, filmler, belgeler ve röportajlarla desteklenen belgeselin, gerçekten büyük bir emek harcanarak ortaya çıktığını hissediyorsunuz.

Zaten belgesel, araştırmacı- yazar Saadet Özen'in imzasını taşıyan 'Çukulata: Çikolatanın Yerli Tarihi' adlı kitapta yer alan bilgilerin izinden gidiyor. Belgesele, Özen başta olmak üzere; Nestle Çikolata Genel Müdürü Oben Akyol, ünlü şef Ghislain Gaille, çikolata şefleri Mehmet Yücel, Ramon Morato ve Marc Pauquet yorumlarıyla katkıda bulunuyor. Belgeselin asıl süprizi ise; tarihi Baylan Pastanesi'nin sahibi Harry Lenas'la yapılan röportaj... Coşkun Aral'dan öğrendiğime göre; bu röportajdan bir ay sonra Lenas hayata veda etmiş ve bu da onunla yapılan son röportajmış.

Nestle Çikolata'nın desteğiyle çekilen belgeselde; markanın bu topraklardaki Osmanlı'dan günümüze uzanan serüvenine de tanıklık ediyorsunuz.

1875'ten beri çikolata üreten marka, Londra ve Paris'ten sonra 1909'da İstanbul'a ilk satış ofisini açmış. Sultan Abdülhamid döneminde saraya da giren Nestle, sarayın resmi çikolata tedarikçisi olmuş. Marka, Türkiye'nin ilk çikolata fabrikasını da 1927'de kurmuş.

Markanın uyguladığı pazarlama stratejileri de enteresan. Cumhuriyetin ilk yıllarında 'yerli malı' tüketim ve üretim özendirilmeye çalışılırken, Nestle kendini yerli malı olarak lanse etmiş, hatta ürünlerini yerli mallar için açılan sergilerde sunmuş. Bugün marka, ülkemizde satılan ürünlerinin yüzde 92'sini Türkiye'de üretiyormuş.

'Tadı Hep Damakta: Çikolata'; Türkiye'de çikolatanın izini süren en kapsamlı belgesel. 


ÇAĞDAŞ ERTUNA – MİLLİYET

TARKAN GEZDİ, YA SİZ

 

İçeri girer girmez aynada kendinizi görüyorsunuz, ‘Biz İnsan mıyız?’ başlıklı İstanbul Tasarım Bienali’nde.

Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’ndaki ana sergide.

William Forsythe’ın ‘Soyutlar Kenti’ adlı işinde ayna sizi deforme ediyor, siz de karşısında hareket ederek lunaparktaki aynalar karşısındaki çocuklar gibi eğleniyorsunuz.

“En iyi tasarım sizsiniz” hissiyle başlıyorsunuz gezmeye.

“İnsan da bir tasarım, hayat da bir tasarım, kendinizi de, hayatınızı da siz şekillendiriyorsunuz” diyor ‘Biz İnsan mıyız?’.

Aslında bir soru soruyor gezmeye başlamadan önce, sonunda ise insanlığın yaptıkları karşısında dehşete düşüp “Biz insan mıyız!” diye kendinizi söylenirken buluyorsunuz.

Tasarım Bienali deyip geçmeyin, çok kapsamlı, çok derin ve çok düşündürücü işler görüyorsunuz, ufkunuz açılıyor.

Sonunda, bienalin 20 Kasım Pazar günü sona erdiğini duyunca üzülüyorsunuz, diğer sergileri henüz gezemediğiniz için.

Peki ama neden bu kadar kısa sürdü bu bienal?

Daha önce 6 hafta sürerken, bu yıl 4 hafta daha yoğun bir program hazırlanmış, maddi nedenlerden.

4 hafta aslında hiç de kısa bir süre değil, ama İstanbulluya çok kısa geliyor.

E, nedeni basit, Karaköy’den Beşiktaş’a bile 1 saatte dönebildiğiniz düşünülürse.

Sandra’nın hakkı bizden çok!

Sandra, Buenos Aires’te parmaklıklar ardında yaşıyor ve her geçen gün daha da mutsuzlaşıyor.

Onun bu halini görenler haklarını korumak için bir mücadele başlatıyor.

Amaç, Sandra’ya özgürlüğünü geri vermek.

Büyük uğraşlar sonucu başarılı oluyorlar ve Sandra parmaklıklar arasında kurtarılıyor.

Bahsettiğim Sandra, Buenos Aires’te yaşayan bir orangutan.

Mutsuz olduğu hayvanat bahçesinden kurtarılıp bir milli parkta yaşaması için halk, bakıcıları, avukatlar bir araya geliyor ve sonunda Sandra’nın hayatı yeniden tasarlanıyor.

Sandra’nın hikâyesi beni en çok etkileyen işlerden biri oluyor, yaşama hakkına duyulan saygıdan.

‘Homocellular’ çağı

En üst kat ‘Homocellular’ bölümüne ayrılmış.

‘Homocellular’, cep telefonlarıyla evrim geçiren, hayatlarını yeniden tasarlayan insanlar aslında.

Burada eski tuğla görünümlü cep telefonları da var, son teknoloji selfie stickler de.

Son teknoloji selfie stick deyip de geçmeyin, artık selfie stick’lerin pervaneli olanları bile var.

Pervane sayesinde saçlarınız uçuşuyor, daha güzel poz veriyorsunuz.

Sergideki en dikkat çekici fotoğraflardan biri, ayağıyla bile selfie çekmeyi başaran bir kız çocuğu.

Biz hâlâ her selfie çekiminde kim daha iyi çeker diye düşünürken çocuklar artık gerçek birer ‘homocellular’ olmuş durumda.

Hatta artık bu yeni çağda Japonya’da sokakta yürürken sürekli gözleri telefonda olanlara özel birer şerit bile ayrılmış, diğer yürüyenlerle çarpışmamaları için.

“Biz insan mıyız!” dedirtiyor

En tüyler ürpertici iş, Suriyeli mültecilere ayırılan bölüm.

Daha Kos’a varır varmaz, gülümseyerek telefonlarına bakan ailenin fotoğrafı karşısında irkiliyorsunuz.

Başardık mutluluğu okunuyor yüzlerinden.

Telefon onlar için birer sığınak, hem geride bıraktıklarıyla hem dünyayla tek bağlantıları.

Hatta yiyecek ve barınmadan da daha öncelikli ihtiyaç olarak telefon şarjını sayıyorlar.

Suriyeli mültecilerin hazırladığı dev bir harita var.

Nereden nereye, hangi araçla geçilebileceğini bir bir işaretlemişler.

Bir yanda bu detaylı harita var, diğer yanda ise ülkelerin mülteci botlarını tek tek nasıl izledikleri, izleyip de bir şey yapmadıkları...

Burada da yok sayma tasarımı anlatılıyor. İşte en çok bu oda, “Biz insan mıyız!” dedirtiyor.

 

SİNA KOLOĞLU – MİLLİYET

MAHMUT TUNCER’DEN AB YORUMU

 

TV8’de Yılmaz Morgül’ün ‘Mutlu Günler Türkiye’ adlı Sabah programı başladı. Konuk Mahmut Tuncer, İbrahim Tatlıses’e uçakta nasıl 200 marka biber sattığını anlattı. 1986 yılında olmuş bu olay. Yılmaz Bey merak etti sordu:

“O zaman marktı değil mi, euro yok.” Önemli bir ayrıntıydı. Mahmut Tuncer için vesile oldu, Avrupa Birliği’nin halini özetledi: “Avrupa Birliği diye bir şey yoktu o zaman. Zaten şimdi de yok. Adı var, kendi yok."

Havadan ve sudan nasıl para kazanılır?

“Hani bir atasözü var, ‘İnsanlar havadan sudan para kazanıyor’ diye. Havadan para kazanan ilk benim. Bundan sonra sular şişelere koyulup satılmaya başlandı yani, sudan para kazanmaya başladılar. Dolayısıyla atasözünü gerçekleştirmiştik olduk” dedi Tuncer. Altı çizilesi bir saptamaydı. Bu sözler stüdyoda alkışlarla karşılandı ve ülke tarihinde yerini aldı.

AMAN BARIŞTILAR

Safiye Hanım’la Faik Bey’in ayrıldığı haberleri gündeme bomba gibi düşmüştü. ‘Duymayan Kalmasın’da sabahın erken saatlerinde Safiye Hanım yerini almıştı. Programa telefonla Faik Bey bağlandı. “Ömür boyu seninle birlikte olmak istiyorum. star ailesi, kızlarımız bizleri barıştırdı” diyerek noktayı koydu. Biz de rahatladık. Faik Bey’in “Kendilerine reyting kavgasında bol şanslar diliyorum” diye iyi dileklerde bulunması pek manidardı.

Refresh olmak

Ekip de mutluydu tabii ki. Bunu en güzel Seren Serengil ifade etti: “Kendisi itiraf etti sevdiğini. Rifreş (Refresh) olduk. Olayı tekrardan yeniledik, her şey çok güzel olacak.”

Biz de aynen Seren Hanım, ev ahalisi olarak ‘fresh’tik ‘refresh’ olduk!

TEŞEKKÜRLER TRT MÜZİK

TRT Müzik, ‘23. İstanbul Caz Festivali’nden konserler yayınlıyor. 2000’lerin Aretha Franklin’i olarak anılan Joss Stone konseri bu akşam saat 23.40’ta yayınlanıyor.

Hep söylerim bizim de bir ‘Mezzo’ kanalımız olsa diye. Caz, klasik, alternatif rock ve etnik müzik karışımı bir kanal mesela. Küçük bir örnek olsa da TRT Müzik’e teşekkürler.

‘3 TL’YE DÖNER YENMEZ’

Sabah ‘Her Şey Dahil’de karşımızda döner vardı. Alişan sordu: “3 TL’ye döner yenir mi?” Döner ustası Serkan Kutlu anlattı: Hayvanın iç yağlarını renklendiricilerle et görünümüne kavuşturuyorlar. Soya sosuyla da etin dağılmasını önlüyorlar. Tadı örtmek için de patates domates koyuyorlar.” Usta, kendi yaptığı yaprak dönerin kilosunun maliyetinin 60 TL olduğunu söyledi! Alişan, “Keşke et ucuz olsa. Eti ayda bir yiyen insanlar var. Buradan kendilerinden özür diliyoruz böyle bir şey yaptığımız için ama yemek bölümü var bunu da göstermek zorundayız” dedi. Zor durum, ev ahalisi olarak anlayışla karşıladık! Gündüz kuşağı zaten

yemekli toplantı gibi!

 

CEM CEMİNAY – VATAN

EBRU’NUN BOŞU YOK

 

Ebru Şallı ünlü ve medyatik popçu Sinan Akçıl ile aşk yaşadı.

İlişkilerine dair haberlerle, fotoğraflarla sürekli gündeme geldi.

Bir süre sonra bu haberler monotonlaştı ve artık baymaya başladı.

Ebru, gündemde kalabilmek için bir değişiklik yapması gerektiğinin farkına vardı.

Adı bu kez Çeşme’de samimi bir şekilde görüntülendiği Cem Yılmaz ile anılmaya başlandı.

Ancak ünlü ve medyatik komedyen, Ebru ile olan birlikteliği konusunda isteksiz ve pasif bir tutum sergileyince pilatesçi güzel yeni bir hamle yaptı.

Önce Twitter’dan eski sevgilisi Sinan Akçıl’ın ‘Biri Bana Gelsin’ klibini paylaştı.

Altına da “Belki de insan hayatında gerçek aşkı bir kere yaşıyormuş” diye yazdı.

Hemen akabinde bilgisayar korsanlarının sosyal medya hesaplarını ele geçirdiğini iddia etti.

Darbeye uğramış gibi “Instagram’ı geri aldık Twitter’ı henüz geri alamadık” dedi.

Derken hacklendiğini iddia ettiği Instagram hesabından ünlü ve medyatik futbolcu Arda Turan ile mesajlaştığı ortaya çıktı.

“Bazı erkeklerin sevgilisi olduğu halde bana asılmalarından bıktım. Değil mi Arda?” şeklindeki mesajı ve Arda ile olan samimi yazışmalarıyla dikkatleri üzerine çekmeyi başardı.

Daha ne yapsın?

Sinan Akçıl, Cem Yılmaz ve son olarak Arda Turan.

Bunlardan daha ünlü ve medyatik olanı kalmadı.

Her defasında hedefi on ikiden vuruyor.

Ebru’nun boşu yok!

Kambersiz düğün Safiye’siz Faik olmaz

Safiye Soyman ile 17 yıllık hayat arkadaşı Faik Öztürk yollarını ayırmış.

Sadece iş için birlikte oluyorlarmış.

Özel hayatlarındaki ilişkiyi sonlandırmışlar.

Nayır-Nolamaz!

Faik Bey bir an önce tatlı diliyle Safiye’sinin gönlünü alsın.

Yoksa birlikte olan işleri de sekteye uğrar.

Ünlü çift aralarındaki ilginç anılar ve komik diyaloglar sayesinde popüler oldu.

Gerçek hayatın içinden beraber yaşadıkları olayları paylaştıkları için sevildiler.

Safiye Soyman sonuçta şarkıcı.

Sahneye çıkar şarkısını söyler.

Faik Öztürk’ün asıl işi hurdacılık.

Esprileri Safiye’siyle birlikte olduğu zaman komik.

Özel hayatlarını ayırırlarsa aynı havayı yakalamaları zor.

Kambersiz düğün Safiye’siz Faik olmaz!

31 numaralı odanın sırrı

Barselonalı futbolcu Arda Turan Kosova milli maçı için memlekete döndü.

Karşılaşma sonrası takım arkadaşı Burak Yılmaz ile Beyoğlu’ndaki Soho adlı gece kulübünde görüldü.      

‘Bu ne hız?’ demeyin.

Antalya’daki maç biter bitmez kendilerini İstanbul’a ışınlamış olmalılar.

İki kafadar mekanın 31 no’lu odasındaki özel bir partiye katılmış.

‘Makaron’daki başarılı magazinci arkadaşlar haberi kaçırmamış.

‘31 no’lu odada ne oldu?’ diye manidar bir başlık atmış.

Arda ile Burak ışınlandıkları için biraz sersemlemiş olmalı.

İnsan bir kafasını kaldırır girdiği odanın numarasına bakar.

31 numaralı odanın sırrı bakalım ne zaman çözülecek?

Son Güncelleme: 3.05.2020 15:14:13
ETİKETLERTV YAZARLARI  UÇANKUŞ TV